Blog

Doktor Hatası (Malpraktis) Nedir?

Hekimlerin yapmış olduğu işlemlerden kaynaklı olarak sorumluluklarının doğabilmesi ancak hatalarından kaynaklanmaktadır. Yapılan tıbbi müdahalelerde hasta açısından her an için zarar verici bir sonucun doğması mümkün olabilmektedir. Hekim tarafından gerekli müdahaleler yapılmış, dikkat ve özen gösterilmiş olsa dahi tıbbi müdahalelerin sapma yapması, yapılmış olan tıbbi müdahaleden kaynaklı olarak bir zarar doğması söz konusu olabilecekken bazı durumlarda hekimin kusurundan dolayı söz konusu zarar ve sapmalar olabilmektedir.

Hekimlik Meslek Etiği Kuralları madde 13 hükmünde hekimliğin kötü uygulanması yani malpraktis (malpractice) düzenlenmiştir.

Malpraktis sonucunda hekimin cezai ve hukuki sorumluluğu doğacak olup komplikasyon, yani hastanın mevcut hastalığının yanında uygulanan tedavi ile yeni bir hastalığın ya da sorunun oluşması halinde söz konusu sorumluluklardan bahsedilemeyecektir.

Doktor Hatası (Malpraktis) Nedir?

Her ne kadar günümüz teknolojisi gelişmiş ve en iyi teknoloji olsa da tıp dünyasında halen daha birçok belirsizliğin olduğu aşikârdır. Bunun yanında insandan insana değişen psikoloji ve fizyoloji, aynı hastalığın her insanda farklı belirtiler göstermesi ve farklı tedavi yöntemlerinin uygulanmasının gerekmesi söz konusudur. Tıp biliminin gerektirdiği biçimde ve kurallara aykırı olmayacak şekilde hareket edilmesine rağmen beklenenin aksine olumsuz sonuçlar meydana gelmiş ise hekim ve ilgili sağlık kuruluşu söz konusu işlem sebebiyle sorumlu tutulmayacaktır. Hekim ve ilgili sağlık kuruluşu tarafından kusur bulunan hallerde ise cezai ve hukuki sorumluluk doğacaktır.

Türk Tabipler Birliği (TTB) Hekimlik Meslek Etiği Kuralları 13. maddede hekimliğin kötü uygulanması düzenlenmiş olup ilgili maddede “Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi “hekimliğin kötü uygulanması” anlamına gelir” hükmüne yer verilmiştir. Madde metninden de anlaşılacağı üzere malpraktis/doktor hatası; hekimin veya tıbbi müdahale merkezi olan sağlık kuruluşlarının bilgisizlik, deneyimsizlik, ilgisizlik, bu ilgisizlikten kaynaklanan yanlış teşhis ve yanlış tedavi, eksik tedavi sonucunda hastanın mevcut hastalığında bir sapma görülmesi, yeni bir hastalığa sebebiyet verilmesi halidir.

Hekim ve ilgili sağlık kuruluşu tarafından kurallara aykırı olarak deneyimsizlik, bilgisizlik, ilgisizlik bulunan kusurlu hallerde yani kısacası malpraktiste “taksir” söz konusu olmaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinin ikinci fıkrasında “Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.” hükmü ile taksir tanımına yer verilmiştir. Malpraktis ile taksirle yaralama ve taksirle öldürme söz konusu olacaktır. Hekim veyahut sağlık kuruluşu tarafından kusur sebebiyle gerçekleşmiş malpraktis sonucunda hastanın ölmesi veya yaralanması sonucunda cezai boyut olarak Türk Ceza Kanunu’nun 85. veya 89. madde hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Malpraktisin hukuki boyutunda ise hekim hakkında tazminat hükümleri uygulama alanı bulacaktır.

Malpraktis; hastalık sonucu uygulanan veya uygulanması beklenen tedavinin, tamamıyla doğru uygulanmış tedavi standartlarının altında kalması veya aşırıya kaçması halinde söz konusu olacak olup icrai ya da ihmali bir hareketle de gerçekleşebilmektedir. Yani hekimin hukuki ve cezai sorumluluğunun doğması için özen yükümlülüğünün ihlal edilmesi söz konusu olabileceği gibi gereken tıbbi müdahalenin hiç yapılmaması halinde de olabilecektir. Bu sebeple malpraktise neden olan hareketin icrai veya ihmali bir hareket suretiyle gerçekleştirilmiş olması halinde bir fark bulunmamaktadır.

Tıbbi müdahaleler ile malpraktis sonucunun doğmasında “kusur prensibi” büyük rol oynamaktadır. Hekimin kusurunun söz konusu olabilmesi, genel hatları itibari ile üç alanda kendini göstermektedir:

  • Hastanın tedavisi esnasında ( teşhisin konulması, uygulanacak olan tıbbi müdahalenin belirlenmesi, ameliyat ve tedavi sonrasında bakım )
  • Hatanın aydınlatılması ve bildirilmesi esnasında ve ön muayene sırasında
  • Hasta için uygun koşulların bulundurulması hususunda ( sağlık kuruluşunda yeterli ve nitelikli personelin bulundurulması, tedavi için gerekli olan tıbbi araç ve gereçlerin bulundurulması, hekimler ve yardım yükümlülüğü bulunan personeller arasında işbirliğinin olması )

Bahsedilen üç alanda da malpraktis söz konusu olmaktadır. Taksirli fiiller sebebiyle hekimin kusurundan bahsedilmesi için bazı şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartlar:

  • Hekim tarafından kişisel özellikleri ve yetenekleri doğrultusunda edinmiş olduğu veya edinmesi gereken bilgi ve deneyime göre gerekli özen ve dikkati gösterebilecek bir durumunun söz konusu olmasına rağmen, bahsedilen dikkat ve özeni göstermemesi halinde malpraktisin söz konusu olduğu kusur şartı gerçekleşmiş olur.
  • Yapılmış olan tıbbi müdahalenin sonucu olarak hastada meydana gelen neticenin öngörülebilir bir netice olması halinde ise malpraktisin söz konusu olduğu kusur şartlarından bir diğeri gerçekleşmiş olacaktır. Bahsedilen bu halde hekim tarafından; hekimin sahip olduğu donanım ve konum sebebiyle hastanın sağlığında meydana gelecek olan zararın önceden bilinebilecek olması gerekmektedir.

Kusurun gerçekleşmesi için gereken şartlardan anlaşılacağı üzere, hekimin kusurunun söz konusu olması için göz önünde bulundurulan kıstas, sübjektiflik unsurudur. Örnek verecek olursak hekim tarafından hasta ve mevcut hastalık hususunda önceden bilgi sahibi olmasının mümkün olmadığı bir halde gerekli gördüğü ameliyatın sonucunda özen yükümlülüğünü yerine getirmesi sübjektif olarak hekimden beklenemeyecek olup hekimin bu doğrultuda bir sorumluluğunun doğmasından bahsedilemeyecektir.

Her hekim için mevcut konumu ve donanımı dikkate alınarak bu hususta değerlendirme yapılacaktır. Yani kısacası hekimden özen ve dikkat göstermesi beklenen hallerde kusur sorumluluğu söz konusu olabilecekken dikkat ve özen gösterme yükümlülüğün beklenemeyeceği hallerde kusurdan bahsedilemeyecektir.

Örneğin sağlık ocağında hizmet veren bir hekim ile bir üniversite profesörün aynı konumda, aynı bilgi ve deneyime sahip olduğundan bahsedilemeyecektir. Bu duruma ek olarak belirtmek gerekir ki; hiçbir hekim tarafından, kendisine eğitim görmüş olduğu tıp fakültesinde yetersiz eğitim verildiği, yeterli deneyime sahip olmadığı, kendi alanı içerisinde yer alan tıbbi gelişmeleri takip edemediği ileri sürülerek cezai ve hukuki olarak tazminat sorumluluğundan bahsedilememesi mümkün değildir. Bu durumda ancak kusurun belirlenmesinde ve olayın cezai boyutunda söz konusu ceza veya tazminat miktarının oranında bir değişim görülebilecektir.

Tıbbi Malpraktis Tazminat Davası Nedir?

Tıbbi müdahalede hekimin taksirinden söz edilebilmesi için hekim tarafından “tıbbi standartların” uygulanmamış olması gerekmektedir. Söz konusu tıbbi müdahalede standardın uygulanamaması farklı şekillerde görülebilmektedir. Genel hatları itibariyle bir çerçeve oluşturmak gerekirse;

  • Teşhis konusunda açık hatanın yapılması
  • Yapılacak olan tıbbi müdahalenin yani uygulanacak olan tedavinin yanlış, eksik veyahut hatalı olarak yapılması
  • Uygulanmış olan tıbbi müdahalenin sonrasında gerekli bakımın gerçekleştirilmemesi

hallerinde tıbbi müdahalede standart uygulamanın ihlal edildiğinden söz edilebilecek olup hasta veya hasta yakınına zararın tazmini ve cezai boyutta bir dava hakkı tanınmış olacaktır. Söz konusu tıbbi standardın belirlenmesinde; tıbbi müdahalenin yapıldığı zaman, yer, hekim tarafından bu standardın uygulanabilme imkânı göz önünde bulundurulacaktır. Yargıtay tarafından verilmiş olan kararlarda da olay içerisinde bir hüküm kurulabilmesi için tıbbi standartların tespitinin yapılması gerektiği belirtilmiştir.

Malpraktise sebep olan müdahale sonucunda hekimin tazminat, cezai ve idari sorumluluğunun yanında hasta veya hasta yakınlarına karşı tazminat sorumluluğu da doğabilecektir. Söz konusu tazminat kural olarak hastaya ödenmektedir ancak hastanın ölümünün söz konusu olduğu hallerde hasta yakınları tarafından da tazminat talep etme hakkı doğacaktır. Tazminat konusunda iki tazminat türü söz konusu olacaktır:

  • Maddi Tazminat: Hastanın yapılmış müdahale sonucunda oluşan zararlardan ve sapmalardan kaynaklı olarak maddi tazminat hakkı doğabilecektir. Maddi tazminatın söz konusu olduğu hallerde hastanın yapılmış olan tıbbi müdahaleden kaynaklı olarak uğradığı maddi zararının tazmini gerçekleştirilir. Örneğin hasta tarafından yeni bir ameliyatın gerçekleştirilmek zorunda kalınması, hastanın uğramış olduğu zarar sebebiyle kazanç kaybı yaşaması hallerinde hükmedilecek olan tazminat türü, maddi tazminattır. Maddi tazminatın gerektirdiği zararın ispat yükü Borçlar Kanunu madde 42/1 hükmü uyarınca kural olarak tıbbi müdahaleden zarar görmüş olan hastaya aittir; zararın tespitinin belirlenemediği hallerde ise hakim tarafından Borçlar Kanunu madde 42/2 hükmü gereğince somut olayın özelliklerine uygun olarak maddi tazminatın tespiti gerçekleştirilir.
  • Manevi Tazminat: Hastanın kişisel özelliklerinde, manevi değerlerinde meydana gelen bir zararın veya eksilmenin söz konusu olduğu hallerde ise manevi tazminata hükmedilmektedir. Manevi tazminat hakkına sahip olunabilmesine hasta tarafından topluma karşı geride durmanın yaşanması, yaşama isteğinde azalma, gerçekleştirilmiş olan operasyonlar doğrultusunda çektiği acılar örnek gösterilebilir. Manevi tazminatın tespiti, maddi tazminatın tespitine göre oldukça zordur. Bu durumda hakim tarafından davaya konu tarafların ekonomik ve sosyal durumları gibi bazı hususlar göz önünde bulundurulmaktadır.

Malpraktis durumunun yaşanması halinde, açılacak davada hakim veya avukat tarafından malpraktis – komplikasyon tespitinin yapılması mümkün değildir. Malpraktis – komplikasyon tespiti için dosyaya bir bilirkişinin atanması gerekecektir. Dosyaya bilirkişi atanması hususunda genellikle ilgili bölüme mensup üniversite öğretim üyelerinin dosya kapsamında bilirkişi olarak atandığı görülmektedir. Davalarda genel olarak dosya Adli Tıp Kurumu’na sevk edilmektedir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi tarafından verilmiş bir kararda olayda adı geçen doktorun kusurunun tespiti için uzman kişilerden oluşan bir bilirkişi kurulu ile inceleme yapılmasının, gerektiği takdirde Adli Tıp Kurumu’nun düşüncesine başvurmanın zorunlu olduğu vurgulanmıştır.

T.C.

YARGITAY

13. HUKUK DAİRESİ

E. 1973/2637

K. 1974/2492

T. 14.10.1974

DOKTORUN BAŞARISIZ AMELİYATTAN SORUMLULUĞU

DAVA VE KARAR: Bir meslek veya san’at erbabı, meslek ve san’atını icra ederken muhakkak surette bilmesi gereken bir konuyu bilmemesi veya zararın önüne geçmek için bilimin lüzum gösterdiği tedbirleri ihmal etmesi yüzünden zarara sebebiyet verirse sorumlu olur. Ancak muhakkak olmayan, tartışma konusu olup genellikle kabul olunmayan bilim kurallarına riayetsizlik sorumluluğu gerektiren bir kusur sayılmaz. Doktorlar tarafından yapılan ameliyatlar beklenilen iyi sonucu vermemiş olsa dahi tıp biliminin kabul ettiği bütün kurallara uygun bir müdahale yapılmış ise, artık doktora kusur izafe edilemeyeceğinden meydana gelen sonuçtan sorumlu tutulamaz. Yapılan müdahalede ihmal ve tedbirsizliğin varlığının kabulü için ölçü, zararı meydana getirenin subjektif niteliklerine bakılmaksızın yalnız orta seviyede bir kimsenin, yani tedbirli bir doktorun aynı hal ve şartlar altında göstereceği mutat ihtimamdan ibarettir.

Olayda davacı, davalıya gözlerini ameliyat yaptırmış, müdahale başarılı olmamış, gözler eski görme yeteneğini de kaybetmiş olduğundan, bundan ileri gelen zararının ödetilmesini dava etmiş, mahkemece ameliyatta davalının kusuru bulunmadığı gerekçesi ile dava reddedilmiştir.

Kararın baş tarafında açıklanan ilkelere göre, davalının kusurlu bulunup bulunmadığının tespiti için uzman kişilerden teşkil edilecek bir bilirkişi kurulu ile inceleme yaptırılmak, gerektiğinde adli tıp meclisinin düşüncesine de başvurmak zorunludur. Bu şekilde bir inceleme yaptırılmadan sırf resmi mercilerden bilgi isteme niteliğinde Ankara Tıp Fakültesi göz hastalıkları profesörlerinden iki kişinin ayrı ayrı düşüncesine başvurulup gelen cevaplara dayanılarak davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın gösterilen nedenle ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay tarafından verilmiş yerleşik kararlar göz önünde bulundurulduğunda idarenin tazminat sorumluluğu için idarenin “ağır hizmet kusurunun” bulunması gerektiğinin, hastada meydana gelen zarar ile yapılmış olan tıbbi müdahale arasında bir nedensellik bağının bulunması gerektiğinin, idarenin tazminat yükümlülüğü açısından kusurunun tespiti için Adli Tıp Kurumu aracılığı ile inceleme yapılması gerektiğinin vurgulandığı görülmektedir. Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu tarafından 18.10.2007 tarihli, 2004/721 Esas, 2007/2030 Karar sayılı verilmiş olan kararda da görüleceği üzere kusurun belirlenmesi konusunda Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmasının gerektiği belirtilmiştir.

T.C.

DANIŞTAY

İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU

E. 2004/721

K. 2007/2030

T. 18.10.2007

KARAR: Dava; davacıların kızı .. .’un SSK Ankara Doğumevinde gerçekleşen doğumu esnasında sağ köprücük kemiğinin kırılması nedeniyle sağ kolunu kullanamadığından ve tedavisinin sürdüğünden bahisle, .. .’a 1.000.000.000 lira, anne .. .’a 500.000.000 lira manevi, baba .. .’a 500.000.000 lira manevi, 300.000.000.- lira maddi olmak üzere toplam 2.300.000.000 lira tazminatın olay tarihinden itibaren yürütülecek faiziyle ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Kural olarak, idarelerin, yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin kusurlu işletilmesi nedeniyle ortaya çıkan zararları tazminle sorumlu oldukları idare hukukunun bilinen ilkelerindendir.

Halkın sağlık hizmetlerini yürütmekle görevli olan davalı idare; hastanelerde yapılacak tedavilerin ve cerrahi müdahalelerin tıbbi esaslara uygun biçimde, hizmetin gerektirdiği yeterliliğe sahip personelle ve gerekli dikkat ve özenin gösterilmesi suretiyle yapılmasını sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi ağır hizmet kusuru niteliğinde olup; idarenin tazmin sorumluluğunu doğurur. Görüldüğü gibi, sağlık hizmetleri hizmetten yararlananın kişisel özelliklerine ve hizmetin yürütülmesine bağlı olarak önceden öngörülemeyen belirli bir tehlikeyi içerdiğinden, idarenin tazmin sorumluluğu için kural olarak idarenin ağır hizmet kusurunun bulunması ve zararla, yürütülen sağlık hizmeti arasında nedensellik bağı bulunması gerekmektedir.

Bu durumda, idarenin tazmin yükümlülüğü açısından ağır hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunun adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere kurulan Adli Tıp Kurumu aracılığıyla, ağır hizmet kusurunun yukarıda belirtilen kapsamı da dikkate alınmak suretiyle, dosya üzerinden yaptırılacak inceleme sonucu saptandıktan sonra, davacıların kızının kolunda oluşan fonksiyon kaybının, davalı idarece yürütülen sağlık hizmetinin kusurlu işletilmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesi ve buna göre karar verilmesi gerekirken, İdare Mahkemesinin eksik inceleme sonucu istemin kabulü yolunda verdiği ısrar kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Yukarıda belirtilmiş olan Yargıtay ve Danıştay kararlarından da anlaşılacağı üzere davaya konu olay üzerinde malpraktis – komplikasyon tespitinin yapılması ancak tıp mesleğine mensup kişiler tarafından yapılabilecektir.

Tıbbi Malpraktis Tazminat Davası Nasıl Açılır?

Malpraktis sonucunda bağımsız çalışan hekimler veya şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işlettiği özel hastanelerde açılacak olan davalar, tüketici mahkemelerinde görülecektir. Kamuya tahsis edilmiş hastanelerde ve sağlık kuruluşlarında gerçekleştirilmiş olan tıbbi müdahale sonucunda açılacak malpraktis davaları ise idare mahkemelerinde görülmektedir. Kamuya tahsis edilmiş hastaneler ve sağlık kuruluşları; devlet hastaneleri, araştırma hastaneleri, vakıf üniversitesi hastaneleri, aile sağlığı merkezleri ve benzeri nitelikteki kuruluşlar sayılabilmektedir. Malpraktis sonucunda hekimin sigorta şirketine dava açması hainde ise asliye ticaret mahkemelerinde söz konusu davalar görülecektir.

Malpraktis sonucunda açılacak olan mahkeme, Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 6 hükmü gereğince davalı kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemeleridir. Tüketici mahkemelerinde yani bağımsız çalışan hekimler veya şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işlettiği özel hastanelerde açılacak olan davalarda yetkili yer mahkemesi taraflar arasında gerçekleştirilmiş olan sözleşmenin ifa edileceği yerde bulunan ticaret mahkemeleri ya da hastanın yerleşim yerinde bulunan ticaret mahkemeleridir.

Malpraktis Tazminat Davası Kime Karşı Açılır?

Anayasa’nın 129/5 maddesinde “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” hükmü yer almaktadır. Madde metninden de anlaşılacağı üzere devlet memuru olan hekimler aleyhine doğrudan tazminat davası açılamayacaktır. Kamuya tahsis edilmiş hastanelerde ve sağlık kuruluşlarında gerçekleştirilmiş olan tıbbi müdahale sonucunda açılacak malpraktis davaları doğrudan ilgili kamu kurumuna karşı açılabilmektedir.

Bağımsız çalışan hekimler veya şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işlettiği özel hastanelerde gerçekleştirilen tıbbi müdahale sonucunda açılacak olan davalar ise hem hekim hem şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işletmesinde bulunan hastanenin işletmecisine/işletmecilerine hem de sigorta şirketi aleyhine açılabilmektedir.

Tıbbi Malpraktis Nedeniyle Tazminat Davası Şartları Neler?

Tıbbi müdahalede hekimin taksirinden söz edilebilmesi için hekim tarafından “tıbbi standartların” uygulanmamış olması gerekmektedir. Söz konusu tıbbi müdahalede standardın uygulanamaması farklı şekillerde görülebilmektedir. Genel hatları itibariyle bir çerçeve oluşturmak gerekirse;

  • Teşhis konusunda açık hatanın yapılması
  • Yapılacak olan tıbbi müdahalenin yani uygulanacak olan tedavinin yanlış, eksik veyahut hatalı olarak yapılması
  • Uygulanmış olan tıbbi müdahalenin sonrasında gerekli bakımın gerçekleştirilmemesi

hallerinde tıbbi müdahalede standart uygulamanın ihlal edildiğinden söz edilebilecek olup hasta veya hasta yakınına zararın tazmini ve cezai boyutta bir dava hakkı tanınmış olacaktır.

1) Teşhis konusunda açık hatanın yapılması:

Tıbbi müdahalede hekimin teşhis yapması hususunda nasıl bir işlem yapması gerektiği kanunlarla düzenleme altına alınmamıştır. Hekim tarafından hastaya teşhis konulması aşamasında gerekli bütün tetkik ve müdahalelerin yapılması ve tıp biliminin gereklerine göre hareket edilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda yapılmış olan hatalar teşhis konusunda yapılmış olan açık hatalardır. Hekim tarafından yapılacak teşhisin başarılı olması zorunluluğu bulunmamaktadır. Hekimin teşhis konusundaki zorunluluğu, sahip olduğu donanımın ve uzmanlığın zorunlu kıldığı hususlarda hareket etmesi gerektiğidir. Hatalığın semptomlarında görülen değişiklikler nedeniyle gerçekleşmiş olan teşhis hatalarında mutlaka bir teşhis konusunda açık hatanın gerçekleşmiş olduğundan bahsedilemeyecektir. Bu hususta ayrıca belirtmek gerekir ki hekimin olacakları önceden bilme ve teşhis etme yükümlülüğü de bulunmamaktadır. Örneğin hasta tarafından bir önceki gün checkup yaptırılması ve yapılmış olan tetkikler sonucunda bir sorunla karşılaşılmamasının ardından hastanın kalp krizi geçirmesi veya hastanın alt bacağında oluşan bir derin trambozu sonucunda akciğerine pıhtı atması sonucunda akut pulmoner embolinin gelişmesi halinde hekimin sorumluluğundan bahsedilemeyecektir. Özellikle belirtmek gerekir ki hangi teşhislerin, teşhis konusunda açık hata kapsamında kaldığı her somut olaya göre farklı şekillerde değerlendirilecektir. Hekimin başlangıç aşamasında koymuş olduğu teşhisin uygulanan tedavinin tetkiklerinde ihtimal dâhilinde olmadığı görüldüğü takdirde hekim tarafından başka bir hastalığın varlığı ihtimal dâhilinde düşünülmeli ve araştırılmalıdır. Bu ihtimalin düşünülmemesi veya araştırılması halinde hekimin sorumluluğu doğacaktır.

Teşhis konusunda açık hata yapılması; hekimin semptomları yanlış değerlendirmesi, yetersiz veya geç teşhis konulması veya teşhisin hiç yapılmaması şeklinde gerçekleşebilmektedir. Uygulamada teşhis konusunda açık hatanın söz konusu olduğu olaylara birkaç örnek verecek olursak;

  • Göğüsten bir parça alınmadan önce doku tetkikinin yapılmamış olması
  • Doğumdan sonra bebeğin tırnaklarının morarmasına ve nefes almakta zorlanmasına rağmen 4 gün beklenildikten sonra bebeğin güveze alınması
  • 60 yaşındaki hastanın elbiselerinin yanması sonucunda vücudunda yanıklar olması sebebiyle hastane acil servisinde görevli hekim tarafından ciddi olarak değerlendirilmesi gereken yanıkların ayakta tedavi uygulanarak tedavi edilmesi ve hastanın taburcu edilmesinin
  • 6 yaşında okulda rahatsızlanan hastanın, hastanede muayene edilmesi ile yüksek lökosit değeri nedeniyle Genel Cerrahi konsültasyonu istenmesi, muayene edilen hasta hakkında acil cerrahi müdahalenin düşünülmemesi ve reçete düzenlenerek ve ağrı olması halinde tekrar getirilmesi söylenerek evine gönderilmesi

2) Yapılacak olan tıbbi müdahalenin yani uygulanacak olan tedavinin yanlış, eksik veyahut hatalı olarak yapılması

Yapılacak olan tıbbi müdahalenin yani uygulanacak olan tedavinin yanlış, eksik veyahut hatalı olarak yapılmasından anlaşılması gereken tıp biliminin verilerine göre gösterilmesi gereken özenin gösterilmemesidir. Bu hususların hukuksal bakımdan sınıflandırması göz önünde bulundurularak birkaç örnek vermek gerekirse;

  • Eskimiş, aşılmış ve sapmalara sebep olacak yöntemlerin teşhis veya tedavide uygulanması
  • Hekim tarafından gerçekleştirilen cerrahi veya radyolojik tıbbi müdahalenin ölçülü olarak gerçekleştirilmemesi
  • Hastanın vücudunda yabancı madde unutulması
  • Eksik ön muayene ve yetersiz hasta öyküsü alınması
  • Teşhise yönelik gerekli tetkiklerin yapılmaması
  • Yanlış tedavi yönteminin seçilmesi
  • Organın ve hastanın karıştırılması
  • Herhangi bir komplikasyonun fark edilmemesi
  • Hatalı ameliyat tekniğinin uygulanması
  • Teknik aletlerin kullanılmasında yapılan hatalar
  • Derhal hastanede yapılması gereken sevkin yapılmaması, uzman hekime çok geç danışılması

3) Uygulanmış olan tıbbi müdahalenin sonrasında gerekli bakımın gerçekleştirilmemesi

Tıbbi müdahalede hekimin dikkat ve özen yükümlülüğü yalnızca teşhis ve tedavi açısından geçerli olmayıp teşhis ve tedavi sonrasında da söz konusudur. İyi bir tedavinin sonucunda da belirli bir bakım standardının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Uygulanmış olan tıbbi müdahalenin sonrasında gerekli bakımın gerçekleştirilmemesi hususunda birkaç örnek verecek olursak;

  • Tedavi sonrası danışma ve tavsiye hatalarının yapılması
  • Enfeksiyon ve hijyen kurallarına uyulmaması
  • İlgisi bulunan üçüncü kişilerin uyarılmaması
  • Yaşamsal fonksiyonların yeterli şekilde gözetilmemesi
  • Yetersiz gözlem

Tıp Dilinde Komplikasyon Ne Demektir?

Komplikasyon; tıp literatüründe bir hastalık mevcutken yeni bir hastalığın veya sorunun eklenmesi halinde tanımlanmıştır. Söz konusu yeni hastalığın veya sorunun gerçekleşmesi, uygulanmış olan ilaç tedavisinin veyahut cerrahi müdahalenin etkisi sonucunda meydana gelmiştir.

Komplikasyon sebebiyle hekimlerin sorumluluğu doğmayacak olup malpraktis sonucunda cezai ve hukuki sorumlulukları doğmaktadır. Taksir ile kastın birbirinde ayrılmasını sağlayan en önemli husus, neticenin öngörülebilir olması ve bu öngörülebilir olan neticenin hekim tarafından dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali sonucunda, yani kusuru sonucunda, gerçekleşmiş olması söz konusudur. Neticenin öngörülebilir olmadığı hallerde hekimin taksirinden bahsedilemeyecektir. Hekime veya ilgili sağlık kuruluşuna bir kusurun atfedilmesinin söz konusu olmadığı hallerde komplikasyondan bahsedilmektedir.

Komplikasyon halinde; tıbbi müdahale hususunda standartlara uygun olarak tıbbi müdahalenin gerçekleştirilmiş olduğu, gerekli tetkik ve tedbirlere rağmen meydana gelen sapma ve zararların kaçınılmaz olmasından söz edilir. Hekim tarafından gerçekleştirilmiş olan müdahalenin uygun olmadığı durumlarda dahi oluşan sapma zararlar öngörülebilir nitelikte bulunmuyor ise hekimin bu hususta bir sorumluluğu doğmamaktadır.

Malpraktis maddi ve manevi tazminat davası açma süresi (zamanaşımı)

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu 13. maddede “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim veya başka süratle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” hükmüne yer verilmiştir. Dolayısıyla kamuya tahsis edilmiş hastanelerde ve sağlık kuruluşlarında gerçekleştirilmiş olan tıbbi müdahale sonucunda açılacak malpraktis davalarının öncesinde zarar ve sapmaya konu hekim hatasının öğrenilmesinden itibaren 1 yıl ve her halde 5 yıl içerisinde idareye karşı yazılı başvuruda bulunma zorunluluğu vardır. Yapılmış olan yazılı başvurunun ardından idare tarafından kısmen veya tamamen ret kararı verilmesi halinde, söz konusu kararın tebliğinden itibaren 60 gün içerisinde dava açılabilecektir. İdare tarafından yazılı beyanda bulunmanın ardından 60 gün içerisinde herhangi bir cevap verilmemesi halinde idare tarafından tamamen ret kararı verildiği varsayılacak olup ilk 60 günün ardından izleyecek ilk günden itibaren 60 gün içerisinde dava açılabilecektir.

Haksız fiilden kaynaklı olarak; bağımsız çalışan hekimler veya şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işlettiği özel hastanelerde açılacak olan davalarda ise uygulanacak olan zamanaşımı süresi Borçlar Kanunu madde 72 hükmü uyarınca zarar ve sapmaya konu hekim hatasının öğrenilmesinden itibaren iki yıl ve her halde söz konusu zarar ve sapmanın meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıldır. Belirtmek gerekir ki söz konusu tazminatın ceza kanunlarında daha uzun bir zamanaşımına hükmedildiği bir eylem sebebiyle gerçekleştirilmiş olması halinde, cezayı gerektiren fiilin söz konusu olduğu zamanaşımı süresi uygulanır.

Vekâlet sözleşmesinden kaynaklı olarak, eser sözleşmesine dayalı olarak; bağımsız çalışan hekimler veya şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işlettiği özel hastanelerde açılacak olan davalarda ise uygulanacak olan zamanaşımı süresi zarar ve sapmaya konu hekim hatasının öğrenilmesinden itibaren 5 yıldır.

Tıbbi müdahalenin gerçekleştirildiği hastadan öncesinde izin ve onay alınmadan vekâletsiz olarak gerçekleştirilen tıbbi müdahalelerden kaynaklı olarak dava açma süresi, zarar ve sapmaya konu hekim hatasının öğrenilmesinden itibaren 10 yıldır.

Sonuç Olarak

Hekim ve ilgili sağlık kuruluşu tarafından gerçekleştirilmiş olan eylemler neticesinde malpraktis davaları görülebilecek olup söz konusu davalar sebebiyle hukuki olarak maddi ve manevi tazminat, cezai ve idari yaptırım söz konusu olabilecektir. Kusur tespitinin yapılması hususu davaların sonucunun hangi doğrultuda olacağına ilişkin büyük önem arz etmektedir. Malpraktis davalarında mağdur veya fail olunması halinde tıp (sağlık) hukuku alanında uzman avukatlar ile çalışma yürütülmesi, dava sonucunun olabildiğince lehte olmasını doğrudan etkileyecektir. Malpraktis davalarında fail veya mağdur olmanız halinde tarafımızla iletişim kurulması ile yol gösterici danışmanlık hizmeti almanız mümkündür.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu