Genel Hukuki Bilgiler

Genel İspat Kuramı

Hukuk yargılamasında uyuşmazlıkların çözümünde en temel araç, maddi vakıaların ispat edilmesidir. Zira bir iddianın kabul görmesi, ancak dayandığı vakıaların inandırıcı bir biçimde ortaya konulmasıyla mümkündür. Bu nedenle ispat kurumu, yargılamanın hem teorik hem de pratik boyutunu doğrudan etkileyen temel unsurların başında gelir. Her ne kadar hukuk kuralları soyut düzenlemelerden ibaret olsa da, bu kuralların uygulanması, somut olayların doğru şekilde tespitine ve değerlendirilmesine bağlıdır. Tam da bu noktada ispat kurumu devreye girmekte; tarafların iddia ve savunmalarını destekleyici mahiyette delil sunmaları ve bu delillerin mahkeme nezdinde hukuken geçerli bir şekilde ortaya konulması zorunlu hâle gelmektedir.

İspat kuramı, yalnızca “neyin, nasıl ispat edileceği” sorularıyla değil, aynı zamanda ispat yükünün kime ait olduğu, hangi olayların ispatının gerekli olup olmadığı, ispat araçlarının neler olduğu ve mahkemeyi ikna etmeye yeterli olan ölçünün ne olduğu gibi pek çok önemli meseleyle ilgilenir. Bu bağlamda, ispat kuramı yargılamanın merkezinde yer alan bir disiplindir.

İspat Kavramı

İspat, bir uyuşmazlıkta ileri sürülen vakıaların doğruluğunu ortaya koymak amacıyla mahkemeye sunulan bilgi ve deliller yoluyla hakimin ikna edilmesini ifade eder. Hukuk yargılamasında ispat, maddi vakıaların doğru ve güvenilir biçimde tespitine olanak sağlar ve bu suretle hukuki sonuca ulaşılmasını temin eder. Başka bir ifadeyle, ispat, iddia edilen bir olgunun gerçekliğinin, belirli usul kuralları çerçevesinde hâkime kabul ettirilmesidir.

İspatın konusu yalnızca vakıalar olup, hukuk kuralları kural olarak ispatın dışında kalır. Zira hâkim, hukuk kurallarını kendiliğinden (re’sen) uygular. Ancak maddi vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda şüphe varsa, ilgili taraf bu vakıaları ispat etmekle yükümlüdür. Bu yönüyle ispat kurumu, hem taraflar hem de yargı mercileri açısından hayati öneme sahiptir.

İspat sadece şekli bir zorunluluk değil, aynı zamanda maddi hakkın elde edilmesini sağlayan bir vasıtadır. Bu nedenle ispat kuramı, hem maddi hukukla hem de usul hukuku ile sıkı sıkıya ilişkilidir. Nitekim bir hakkın varlığı maddi hukukun konusunu oluştururken, o hakkın ileri sürülüp korunması usul hukukunun alanına girer. İspat ise bu iki alanın kesişim noktasında yer alır.

ispat kavramı

İspat Zorunluluğu Olmayan Durumlar

Hukuk yargılamasında kural olarak her iddia ispat edilmelidir. Ancak bazı durumlarda ispat yükü doğmaz; zira bu durumlarda ileri sürülen olgunun doğru olduğu ya kabul edilmiştir ya da tartışmasız biçimde ortadadır.

Bu gibi hâllerde tarafın ayrıca delil sunmasına gerek yoktur. İspat zorunluluğu bulunmayan bu durumlar, yargılamanın etkinliğini ve hızını artırmayı amaçlar.

İkrar

İkrar, bir tarafın karşı tarafın ileri sürdüğü maddi olguyu kabul etmesidir. Usul hukuku bakımından en etkili ve bağlayıcı beyanlardan biri olarak kabul edilen ikrar, davayı sona erdirecek güçte bir ispat vasıtasıdır. Zira ikrar edilen bir vakıa artık çekişmeli olmaktan çıkar ve hâkim tarafından doğru kabul edilir.

İkrar, tek taraflı bir irade açıklamasıdır ve kural olarak kesin delil niteliğindedir. Taraflarca getirilen delil sisteminin uygulandığı Türk hukukunda, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği vakıalar bakımından ikrar geçerli ve bağlayıcıdır. Ancak kamu düzenine ilişkin veya tarafların iradelerine bırakılmayan durumlarda ikrarın bağlayıcılığı söz konusu olmayabilir.

İkrar Türleri

İkrar; yapıldığı zamana göre önceki (dava dışı) ve yargı içi (dava sırasında yapılan) ikrar olarak ikiye ayrılır.

Yargı içi ikrar, mahkeme huzurunda yapılan ve doğrudan hâkimi bağlayan ikrardır. Dava dışı ikrar ise yargılama dışında yapılmış olup, takdiri delil olarak değerlendirilir. Ayrıca ikrarın açık ya da zımni şekilde yapılması da mümkündür.

ikrar türleri

Herkese Bilinen veya Çekişmesiz Olaylar, Hukuk Kuralları

Yargılama esnasında herkese bilinen, tartışmasız ya da resen dikkate alınacak bazı vakıalar bakımından da ispat zorunluluğu yoktur. Örneğin, doğal afetlerin gerçekleştiği tarihi ya da belli bir dönemde yürürlükte olan bir kanunun varlığı herkesçe bilinebilen olgular arasında sayılır.

Ayrıca, hukuk kuralları ispatın dışındadır. Hâkim, kural olarak hukuku resen bilir ve uygular (iura novit curia ilkesi). Tarafların, yürürlükteki hukuk kurallarını mahkemeye ispatlamaları gerekmez. Ancak yabancı hukuk uygulanacaksa, bu hukuk kuralının içeriğinin belirlenmesi gerekebilir.

Karine ve Varsayım

Karine, bir olgudan başka bir olgunun varlığı veya yokluğu hakkında çıkarım yapılmasına olanak tanıyan hukukî araçtır. Karineler, yasal karineler ve fiilî karineler olmak üzere ikiye ayrılır. Yasal karineler, kanunda açıkça belirtilmiş olup, çoğu zaman aksinin ispatı mümkündür. Örneğin, TCK m. 20/2 hükmü uyarınca ceza sorumluluğunun şahsî olduğu karinesi. Fiilî karineler ise hâkimin somut olayın özelliklerinden hareketle ulaştığı mantıksal sonuçlardır ve takdiri delil niteliğindedir.

Varsayım, belli bir olgunun doğru olduğu kabul edilerek yapılan kurguya dayalı değerlendirmedir. Özellikle sosyal güvenlik ve vergi hukukunda sıkça rastlanan varsayımlar, kanun koyucunun belirli bir düzenlemeyi uygularken soyut bir durumu gerçekte varmış gibi kabul etmesini ifade eder. Varsayım ile karine arasındaki temel fark, varsayımın çoğu zaman aksi ispat edilemeyen bir kabul olmasıdır.

İspat Yükü

İspat yükü, bir hukuki uyuşmazlıkta belirli bir vakıayı ispat etme sorumluluğunun kime ait olduğunu ifade eder. Hukuki yargılamada ispat yükü, sonuca etkili vakıaların hangi tarafça ispatlanacağını belirleyerek adil yargılanma ilkesinin somutlaşmasına hizmet eder. İspat yükünün doğru şekilde belirlenmesi, uyuşmazlığın adil, dengeli ve hukuka uygun şekilde çözümlenmesi açısından büyük önem taşır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190. maddesinde ispat yüküne ilişkin temel kural düzenlenmiştir. Buna göre:

“Taraflar, dayandıkları vakıaların varlığını ispatla yükümlüdür.”

Bu hüküm uyarınca, iddia eden taraf, dayandığı vakıayı ispatla yükümlüdür. Bu sistem, “taraflarca getirilme” ve “tarafların ispata katılması” ilkeleriyle birlikte işler. Ancak her vakıanın ispatı gerekmeyebilir; ispat zorunluluğu olmayan durumlar, karine ve varsayımlar, ikrar gibi hâller bu kapsamda değerlendirilir.

İspat yükü iki şekilde değerlendirilir:

Asli (Objektif) İspat Yükü

Uyuşmazlığın esasına ilişkin bir vakıanın doğru olup olmadığının ispat yükünü belirler. Hâkim, ispat yükü üzerinde bulunan tarafın, vakıayı ispat edememesi durumunda onun aleyhine karar verir.

asli ispat yükü

Fiili (Subjektif) İspat Yükü

Yargılama sürecinde, tarafların iddialarını desteklemek amacıyla delil sunma zorunluluğudur. Her iki taraf da lehine olan vakıaları ispatlamakla yükümlüdür; bu yükümlülük yerine getirilmediğinde, ilgili taraf aleyhine sonuç doğar.

Bununla birlikte, bazı özel kanunlarda veya yargısal içtihatlarla belirli durumlarda ispat yükü yer değiştirilebilir. Özellikle iş hukukunda, tüketici hukukunda ve haksız rekabet davalarında ispat yükünün tersine çevrilmesi örneklerine sıkça rastlanır. Bu gibi durumlarda, aleyhine iddiada bulunulan taraf, bazı olguların aksini ispat etmek durumunda kalır.

Sonuç olarak, ispat yükü, adil bir yargılamanın temel taşlarından biridir ve her somut olayda vakıaların ağırlığına göre dikkatle değerlendirilmelidir.

İspat Ölçüsü

İspat ölçüsü, mahkemede sunulan delillerin hâkimi ikna etmeye yeterli olup olmadığının belirlenmesinde kullanılan kıstastır. Başka bir ifadeyle, bir iddianın kabulü için gerekli olan ispat düzeyidir. Hâkim, iddiaya konu vakıanın ispatlandığı kanaatine varmak için belirli bir inandırıcılık seviyesine ulaşmak zorundadır. İşte bu seviyeyi ifade eden kavrama ispat ölçüsü denir.

Türk hukukunda genel kural, tam bir vicdani kanaat oluşturacak derecede ispat yapılmasıdır. Bu ölçü, “inandırıcı olma”, “makul şüpheden uzak olma” gibi tanımlarla da ifade edilir. Hâkim, delilleri değerlendirirken objektif ve somut kriterlere göre karar vermelidir. İspatın sağlanabilmesi için, hâkimin yalnızca bir olasılığı değil, yüksek olasılık seviyesini, yani “büyük ihtimalle öyledir” kanaatini edinmesi yeterlidir.

İspat ölçüsü, yargılamanın türüne göre değişebilir. Örneğin:

  • Hukuk davalarında genel kural olarak tam ispat esastır. Vakıanın gerçekleşmiş olduğuna dair hâkimin tam kanaate ulaşması gerekir.
  • İhtiyati tedbir veya ihtiyati haciz gibi geçici hukuki koruma taleplerinde ise “yaklaşık ispat” yeterli kabul edilir. Bu durumda vakıanın doğruluğunun güçlü şekilde muhtemel olması aranır.
  • Ceza yargılamasında ise ispat ölçüsü en yüksek seviyededir: “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereği, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle ispat yapılması gerekir.

İspat ölçüsü ile ispat yükü arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Bir vakıanın ispat yükü kendisinde olan taraf, bu vakıayı ispat ölçüsüne uygun şekilde ortaya koyamazsa, bu durum onun aleyhine sonuç doğurur.

Neticede ispat ölçüsü, yalnızca delillerin varlığıyla değil, aynı zamanda bu delillerin mahkemeyi ikna etme gücüyle ilgilidir ve hâkimin vicdani kanaatini şekillendiren kritik bir ölçüttür.

İspat Türleri

Hukuk yargılamasında vakıaların ispatı farklı şekillerde gerçekleşebilir. Tarafların dayandığı iddiaları destekleyici delilleri sunarken kullandıkları ispat biçimleri, işlevlerine ve mahiyetine göre çeşitli türlere ayrılır. Bu ispat türlerinin doğru şekilde ayrıştırılması, yargılama sürecinin etkinliğini ve doğruluğunu doğrudan etkiler.

ispat türleri

Asıl İspat

Bir vakıanın doğruluğunu ortaya koymakla yükümlü olan tarafın gerçekleştirdiği ispattır. Bu tür ispat, ispat yükünün kendisinde bulunduğu tarafça yapılır. Örneğin, bir kira alacağı davasında davacı kiraya veren, sözleşmenin varlığı ve borcun ödenmediği vakıasını ispat etmekle yükümlüdür.

Karşı İspat

Asıl ispatı yapan tarafın sunduğu delilleri çürütmek amacıyla diğer tarafça yapılan ispattır. Burada amaç, asıl iddianın geçerliliğini ortadan kaldırmak veya delillerin inandırıcılığını sarsmaktır. Karşı ispat genellikle delillerin güvenilirliğini veya olgunun gerçekliğini sorgulamak suretiyle yapılır.

Aksini İspat

Kural olarak doğru kabul edilen bir karinenin ya da varsayımın aksi yöndeki durumun ortaya konulmasıdır. Örneğin, bir çocuğun evlilik birliği içinde doğmuş olması hâlinde babası koca olarak kabul edilir (karine). Ancak koca, çocuğun kendisinden olmadığını ispat ederek bu karinenin aksini ortaya koyabilir.

Doğrudan İspat

İddia edilen vakıanın doğrudan kendisine ilişkin delillerle ispat edilmesidir. Örneğin, bir satış sözleşmesinin varlığını gösteren yazılı belge, doğrudan ispat aracıdır. Bu tür ispat, iddia edilen olguyla delil arasında doğrudan bir bağ kurar.

Dolaylı İspat

Bir vakıanın doğrudan delille ispat edilememesi durumunda, onun varlığını dolaylı biçimde gösteren başka vakıalardan hareketle yapılan ispattır. Bu yöntemde hâkim, mevcut delillerden mantıksal çıkarım yoluyla sonuca ulaşır. Örneğin, bir kişinin mal varlığındaki olağan dışı artış, onun belirli bir gelir elde ettiğine dolaylı kanıt olabilir.

Dolaylı ispat özellikle fiilî karinelerle desteklenir ve hâkimin somut olayın tüm koşullarını birlikte değerlendirerek ulaştığı kanaate dayanır. Her iki ispat türü de yargılamada önemli rol oynar ve hâkimin kanaat oluşturmasında tamamlayıcı nitelik taşır.

Av. Ahmet EKİN & Stj. Av. Tuğçe ŞEN

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu